18 Şubat tarihinde Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Pakistan’a düzenlediği ziyaret sonucu 20 milyar dolarlık yatırım anlaşmalarının imzalanması, bir anda iki ülke ilişkilerinin küresel siyasetin gündemi haline gelmesine yol açtı.Bunda başta Suudi Arabistan’ın Pakistan’a büyük çapta bir yatırım yapması etkili oldu. Zira iki ülke arasındaki toplam ticaret hacmi 2.5 milyar dolarda kalırken Prens Muhammed Bin Selman’ın (MbS) Pakistan’ın petrokimya, enerji ve madencilik gibi sektörlere 20 milyar dolarlık yatırım yapması, diplomatik çevrelerin dikkatini çekti. Çünkü Suudi Arabistan’ın Pakistan’a bu denli büyük mali yatırımının sadece iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirmek ya da Pakistan’ı ekonomik sıkıntıdan kurtarmakla sınırlı olmadığı öngörülmektedir.

 

Bu bağlamda Suudi Arabistan’ın Pakistan’a yaptığı büyük yatırımın şifrelerini çözmek gerekmektedir. Geleneksel olarak Suudi Arabistan’ın finans gücünü dış politikaya tahvil etme stratejisini (petro-dolar diplomasisi) uyguladığı tespitiyle bu yatırımın şifrelerini çözmeye başlayabiliriz. Öncelikle Suudi Arabistan, Pakistan’ın ekonomik bakımdan zor durumda olmasından istifade ederek ülkeye büyük çapta yatırım yaparak finans gücünü devreye sokmakta. Böylece Suudi Arabistan, Pakistan’ı ekonomik zorluklar nedeniyle politik tercihlerini sınırlandırma ve kendi dış politika stratejisine dahil etmeye mecbur bırakmayı amaçladığı öngörülmektedir. Zira ekonomik sorunlar, Pakistan Başbakanı İmran Han’ın ülkenin geleneksel denge politikasını sürdürmesini sınırlamakta ve Suudi Arabistan eksenine yakın çizgi izlemesine yol açabilir. Örneğin Pakistan, 2015 yılında Suudi Arabistan’ın Yemen’de İran ile giriştiği vekalet savaşına asker göndermeme kararı alarak denge politikasını sürdürebilmişti. Ancak şimdi ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğaz, İmran Han’ı Suudi Arabistan eksenli dış politika izlemeye zorlamakta. Dolayısıyla ekonomik kriz, Pakistan’ın 2015 yılındaki gibi denge politikası izleme ve Suudi Arabistan’ın isteklerini reddetme lüksünü ortadan kaldırmakta.

Bu nedenle önümüzdeki süreçte Pakistan’ın Suudi Arabistan ekseninde bir dış politika izlemek zorunda kalacağı ileri sürülebilir. Bunun anlamı Pakistan’ın Suudi Arabistan liderliğindeki İran karşıtı Sünni bloka zımnen dahi olsa katılacağı demektir. Bu da Pakistan’ın İran’la ilişkilerinde tansiyonun iyice yükseleceği anlamına gelmektedir.

 

Mayıs 2017 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump’ın Ortadoğu turu sonrası Suudi Arabistan liderliğinde Körfez ülkeleri özellikle BAE ve Mısır gibi ülkelerden oluşturulan Sünni blok ile İran’ın çevrelenerek zayıflatılması stratejisine geçilmişti. Türkiye, komşusu İran karşıtı bu bloka dahil olmadığı gibi bölgede istikrarsızlığı önlemek üzere dengeleyici rol üstlenmişti. Hatta Sünni blok politikasına geçildikten bir ay sonra Haziran’da patlak veren Katar krizinde Türkiye, oyun bozucu rol oynayarak Suudi Arabistan’ın küçük ve zayıf ama enerji gücü Katar üzerinde hegemonya kurmasını engellediği gibi aynı zamanda Ortadoğu’da ABD-İsrail-Suudi Arabistan-BEA ekseninin oluşturmak istediği Sünni-Şii bloklaşmasını da engelleyebilmişti.

Suudi Arabistan ve BAE’nın askeri güç bakımdan zayıf kalması, Sünni blok stratejisinin de akim kalmasına yol açmıştı. Buna karşı Suudi Arabistan, nükleer güç olan ve savaş tecrübesine sahip Pakistan’ı ekonomik yardım yoluyla kendi dış politika çizgisine çekerekSünni blokun yumuşak karnı olan askeri gücü tahkim etmek istiyor. Zira Suudi Arabistan’ın başta Yemen’de İran’a karşı giriştiği vekalet savaşında beklenen sonucu alamaması ve İran’ı Körfez’den çevrelemenin yetersiz kalması nedeniyle Pakistan’ı Sünni blok politikasına çekmek istiyor. Aslında Pakistan, bugüne kadar doğrudan Suudi Arabistan ekseninde yer almayıp denge politikasını sürdürse de dolaylı yoldan Suudi Arabistan’la askeri angajmanlığını devam ettirmekte. Zira Pakistan ordusu, Suudi askerlerini ve pilotlarını eğitmeyi sürdürmekle birlikte Suudi ordusunda üst düzey görevler de üstenmektedir. Örneğin Pakistan Genelkurmay Eski Başkanı Raheel Şerif, MbS tarafından kurulan Teröre Karşı İslam İttifakı (Islamic Military Alliance to Fight Terrorism) biriminde Başkomutan olarak görev yapmaktadır.

Tarihsel olarak da Soğuk Savaş döneminden itibaren iki ülke ilişkilerinin müttefiklik düzeyinde olduğu söylenebilir. Ayrıca Suudi Arabistan’ın Pakistan’a desteğinin bir süreklilik arz ettiği de not edilmelidir. Örneğin 1998 yılında Pakistan’ın nükleer denemelerinden dolayı yaptırımlarla karşı karşıya kalınca Suudi Arabistan, ülkeye karşılıksız petrol sağlamıştı. Son olarak ise geçen yıl Pakistan’ın ekonomik krize girmesine karşı Suudi Arabistan, 6 milyar dolar yardım sağlamıştı. Buna karşı Pakistan ise Suudi ailesine askeri yardım taahhüdünü devam ettirmiştir. Dolayısıyla iki ülke arasında müttefiklik ilişkilerinin geçerli olduğu, ancak Pakistan’ın ülke içindeki farklı mezhepler nedeniyle Ortadoğu’daki mezhep çatışmasından kaçınan tarafsızlık ve denge politikasını benimseyen bir yaklaşıma sahip olduğu vurgulanmalıdır. Ancak bugünkü ekonomik zorlukların Pakistan’ı Suudi Arabistan’ın mali yardım ve yatırımlarına mecbur bırakması nedeniyle dış politikada Suudi eksenine kayacağı öngörülebilir.

Diğer taraftan geçen hafta İran ordusuna yönelik Belucistan eyaletinde gerçekleşen bombalı saldırı sonucu Pakistan ile İran arasında tansiyonun yükseldiği bir zamanda MbS’nin Pakistan ziyareti, zamanlama bakımından da stratejik öneme haiz olmuştur. Zira İran, saldırıdan dolayı Pakistan, Suudi Arabistan ve BAE’yı suçlayan tehditkar açıklamalar yapmıştı. İran’ın saldırılardan suçladığı bu ülkeler aynı zamanda kendisine karşı oluşan eksene de işaret etmekte. Bu anlamda İran, MbS’nin ziyaretiyle kendisine karşı oluşturulmak istenen eksene de ön alıcı biçimde gözdağı vermiş oluyor. Ayrıca 13-14 Şubat tarihinde İran karşıtı Varşova toplantısı sonrası MbS’nin Pakistan ziyareti, yine zamanlama bakımından dikkat çekmekte. Bu bağlamda bölgesel ve içsel dinamiklerin Pakistan’ı İran karşıtı Sünni bloka ittiği anlaşılmakta.

Sonuç olarak Suudi Arabistan’ın finans gücünü kullanarak Pakistan’ı Sünni bloka dahil etme ve böylece İran’ı Körfez’in yansıra doğudan da çevreleme stratejisini izlediği ileri sürülebilir. Pakistan ise içinde bulunduğu ekonomik darboğaz karşısında MbS’nin yapacağı mali yardım ve yatırımlara muhtaç olduğu için artık dış politikada tarafsız ve denge politikası izleme lüksüne sahip değil. Bu durum önümüzdeki dönem Pakistan’ın dış politika tercihlerini Suudi Arabistan eksenine kaydırmak zorunda olacağı bir sürece işaret etmektedir.

Doç. Dr. Muharrem EKŞİ, Kırklareli Üniversitesi Uluslararası Politika Anabilim Dalı Başkanı

@MuharremEksi

https://theanatoliapost.com/2019/02/21/suudi-arabistan-iran-karsiti-sunni-blok-politikasina-pakistani-dahil-etmek-istiyor/