Kamu Diplomasisi Uygulama ve Araştırma Merkezi

Türkiye’Nin Misafirperver Kamu Diplomasisi

17/10/2019 18:01:15 - 17/10/2019 18:01:15 - 21587 Okunma

Türkiye, Batılı ülkelere nazaran çok geç bir tarihte kamu diplomasisini bir devlet politikası olarak 2010’lı yıllardan itibaren uygulamaya başladı. Şu anki Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın koordinatörlüğünde Ocak 2010 tarihinde Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü kurularak Türk Dış Politikasıyla entegre ve eşgüdümlü biçimde kamu diplomasisi politikası oluşturulup yürütülmeye başlandı. 24 Haziran 2018 Genel Seçimleri sonrası Türkiye’nin Başkanlık sistemine geçmesinin ardından ise mezkûr kurum yerine Fahrettin Altun’un görevlendirildiği Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ihdas edildi. Bu tarihten itibaren bir devlet politikası olarak kamu diplomasisi en üst düzeydeki önemini muhafaza ederek yürütülmeye devam etti.

Başlangıçta Türkiye, kamu diplomasisi politikasını ülkenin yeni hikayesini dünyaya anlatmak üzerine hayata geçirmişti. Zira Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) iktidarı, Türkiye’yi model olacak şekilde dönüştürme iddiasıyla siyaset belirlemişti. Bu çerçevede iktidar, “Müslüman demokrasi” kimliğini yumuşak güç olarak kullanıp Müslüman Ortadoğu’ya model olmayı hedeflemişti. Bu bağlamda yürütülen kamu diplomasisi, kültür diplomasisi, diaspora diplomasisi, dış yardım ve insani diplomasi gibi çeşitlendirilen çok boyutlu bir dış politikayla Türkiye, hakikaten 2003-2013 arasında başta Ortadoğu olmak üzere dünyada bir “Türkiye momenti” yakalamayı başarmıştır. Öyle ki “Arap Baharı” olarak nitelendirilen ve 2010 yılının sonunda başlayan Arap ayaklanmaları sürecinde Müslüman Ortadoğu ülkelerindeki yeni aktörler, Ak Parti Türkiye’sini model almaya başlamıştır. Ancak Arap ayaklanmaları beklendiği gibi Arap Baharı’nı getirmemiş, üstelik iç savaşlara yol açmıştır. Özellikle Suriye İç Savaşı, Türkiye’nin 2003 yılından itibaren yürüttüğü yumuşak güç diplomasisini sekteye uğratmakla kalmamış, sert güç ve güvenlik odaklı askeri ve savunma politikasına yönelmesine de neden olmuştur.

Suriye’de iç savaşının patlak vermesiyle birlikte 2011 yılından itibaren savaştan kaçan Suriyeli sığınmacılar, Türkiye’nin açık kapı politikasından da yararlanarak ülkeye gelmeye başlamışlardır. Böylece 2018 yılı itibariyle Suriyeli sığınmacıların sayısının 4 milyona yaklaşması, Türkiye’yi “dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan misafirperver ülke” konumuna getirmiştir. Ayrıca Batılı ülkeler, Suriyeli sığınmacılara kapılarını kapatırken Türkiye’nin açık kapı politikası izlemesi, uluslararası toplum ve kamuoyunda misafirperver ülke imajıyla yükselmesini sağlamıştır. Zira Suriyeli sığınmacıların barınmasından beslenmesine ve eğitimine kadar bütün ihtiyaçlarını karşılayarak şimdiye kadar 31 milyar avro harcayan Türkiye, dünyada misafirperverlik modeli olarak örnek gösterilen bir ülke olmuştur. Bu anlamda Türkiye, sığınmacılara yardım yapan ülkeler arasında dünyada “en cömert ülke” olarak uluslararası toplum nazarında da takdir toplamaktadır. Böylece Türkiye, Suriyeli sığınmacılara karşı tutumuyla dünyanın insanlık vazifesini yapan ülke olarak uluslararası toplum ve özellikle de mazlum milletler nazarında bir kez daha takdir kazanmıştır.

Bu bağlamda Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılara yönelik izlediği politika, yeni kamu diplomasisinin hikayesi haline gelmiştir. Türkiye, Suriyeli sığınmacılara gösterdiği cömertlik ve misafirperverliği kamu diplomasisi haline getirdiği gibi dış politikasını da “insani dış politika” olarak tanımlamıştır. Böylece Arap Baharı’na kadar Müslüman-demokrasi kimliği ile Müslüman Ortadoğu’ya model olma politikası Suriye İç Savaşı’yla sekteye uğrayan Türkiye, Suriyeli sığınmacılar üzerinden yeni bir dış politika ve kamu diplomasisine geçmiştir.

Türkiye, Suriyeli sığınmacılara karşı İslam tarihindeki retoriğe uygun olarak “muhacir-ensar” metaforunu kullanarak bir yandan Müslüman toplumların gönlünü kazanmayı, öte yandan da tekrar model olmayı kamu diplomasisi politikası olarak uygulamaya başlamıştır. Bu anlamda Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri dünyanın ezilen ve zulme uğrayanlar için bir sığınak olma geleneğini devam ettirdiğini de Müslüman toplumlara göstererek, model olma politikasını farklı bir bağlama taşımayı başarmıştır. Böylece Türkiye, Osmanlı dönemindeki “âlem-penâh” vasfını Suriyeli sığınmacılara yönelik misafirperverlik ve cömertlik üzerinden yürüttüğü kamu diplomasisiyle beslemektedir. Türkiye, Suriyeli sığınmacılara olan yaklaşımında, geleneksel Türk kamu diplomasisiyle misafirperver diplomasi anlayışını buluşturmuş ve böylece dünyaya Türk tipi misafirperver kamu diplomasisi modelini sunmuştur.

Ankara, son yıllarda Sudan’dan Somali, Suriye, Filistin ve Myanmar’a kadar çok geniş bir coğrafyada küresel barış temalı bir diplomasi izleyerek kamu diplomasisine insan odaklı, misafirperverlik ve cömertlik temelli Türk tipi yeni bir yaklaşım getirmektedir. Bu şekilde Türkiye, yürüttüğü dış politikayla yeni diplomasinin ilkelerini ve insanı merkeze alan diplomasi normları üreten ülke olarak öne çıkmaya başlamıştır. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya 5’ten Büyüktür.” söylemi, başta Birleşmiş Milletler (BM) sistemi olmak üzere insani krizleri çözemeyen uluslararası sisteme yönelik büyük bir eleştiriyi içermektedir. Son tahlilde, günümüz küresel siyasetinin kaos siyaseti halini alması karşısında mevcut uluslararası sistemin işlevsiz kalması, küresel düzeyde insani krizlerin artması ve sürekli hale gelmesine yol açarken; Türkiye’nin küresel barışı önceleyen insan odaklı dış politikasının model olma ihtimalini artırmaktadır.

https://ankasam.org/turkiyenin-misafirperver-kamu-diplomasisi/

.

Facebook Twitter Google Plus
Telefon Tablet Bilgisayar Bu website tüm cihazlarla uyumludur.