Türk dış politikası literatüründe eksen kayması, dönem dönem gündeme gelen bir tartışma konusudur. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının başlangıç sürecinde Türk dış politikasının Ortadoğu’ya ağırlık vermesi nedeniyle gündeme gelen bu tartışma hiç sona ermemiştir. Örneğin; Ocak 2009 tarihinde Erdoğan’ın Davos’taki “one minute” çıkışı ve İsrail ile ilişkilerin bozulması, Türkiye’nin Filistin konusunda liderliği ele alması, Hamas’a yakınlaşması, İran ve Sudan’la yakın ilişkiler kurması ile Birleşmiş Milletler’de (BM) İran lehine oy kullanması gibi olaylarda eksen kayması tartışması gündemdeki yerini almıştır. Son olarak eksen kayması, Suriye Krizi’nde özellikle Ocak 2017 tarihinde başlayan Astana Süreci kapsamında Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) karşı Rusya-İran eksenine katılmasıyla gündemdeki yerini almıştır. 2018 yılında ise eksen kayması, Türkiye’nin füze savunma sistemini hangi ülkeden alacağı üzerinden şekillenmektedir.
Ankara, Eylül 2013 tarihinde açtığı füze ihalesini kazanan Çin’den savunma sistemi alacaktı; ancak iki yıl sonra Kasım 2015 tarihinde ihaleyi iptal etmek zorunda kalmıştır. ABD ve North Atlantic Treaty Organization’ın (Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü/NATO) güçlü tepkisiyle karşılaşan Türkiye, Çin’den füze savunma sistemini alma işlemini iptal ederek; ABD ve NATO’ya önem verdiğini belli etmiştir. Aslında Ankara, Çin tarafına kayması durumunda Washington için bu durumun büyük bir kayıp olacağını da göstermek istemiştir. Çünkü Ankara yönetimi, Suriye’den gelebilecek muhtemel kimyasal saldırı için patriot füzeleri talep ettiğinde NATO içerisinde sorgulanmaya başlanmıştı. Ancak bugün gelinen noktada ABD, Türkiye’ye Rusya’nın S-400 Füze Savunma Sistemi yerine patriot füzelerini satma hususunu gündeme taşımıştır.
Rusya’nın S-400 Savunma Sistemi Yerine ABD’nin Patriot Füzeleri
Rusya’dan füze savunma sistemi alınması, Ankara’yı Moskova’ya askerî açıdan yakınlaştıracağı hususundan hareketle ABD; NATO’nun ikinci büyük ordusunu Rusya’ya kaptırmak istememiş ve 23 Mart 2018 tarihinde Türkiye’ye Patriot Füze Savunma Sistemi satma konusunu gündeme getirmiştir. Bu bağlamda Soğuk Savaş sonrası sürece denk gelen 2000’li yıllarda ABD’ye karşı Çin-Rusya ekseni temelinde oluşmaya başlayan Yeni Soğuk Savaş retoriğinde Türkiye, tekrar eksen seçmeye zorlanmaktadır.
Zira Rusya’nın hem Suriye’de Türkiye’ye alan açma hem de bir NATO ülkesine kendi füze savunma sistemini satarak bir yandan Türkiye-ABD müttefikliğini bitirme öte yandan NATO içindeki birliği bozma gibi kazanımlar elde etmeyi amaçlayan yönde politika izlediği anlaşılmaktadır.
Türkiye ise gerek yerli savunma sanayi üretimini hızlandırırken gerekse büyük güçler arasındaki rekabet ve çıkar çatışmalarını kullanarak dış politika hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Görünürde büyük güçler, Türkiye’ye füze savunma sistemi satarak kendi eksenine çekme politikası izlerken aslında Ankara yönetimi, füze savunma sistemi üzerinden büyük güçlerin politikalarını kendi çıkarları çerçevesinde dönüştürmekte ve böylece kendi lehine durumlar yaratma imkânı bulmaktadır.
Öyle ki Türkiye, Rusya ile diplomasi ve savunma sanayisi alanlarında yaptığı işbirliği sayesinde Suriye hava sahasını kullanarak; Demokratik Birlik Partisi/Halk Koruma Birlikleri (PYD/YPG) terör örgütünü cezalandırma imkanı elde etmektedir. Ayrıca Türkiye, Rusya’ya daha fazla yakınlaşarak aslında ABD’ye PYD/YPG terör örgütü yerine kendisiyle çalışması gerektiği yönünde mesaj vermektedir. Nitekim ABD, Türkiye’yi kaybetmemek için önce PYD/YPG’yi taktiksel olarak kullandığını açıklamak zorunda kalmış; ancak sonuç alamayınca 16 Şubat 2018 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ile yapılan görüşmeler sonucunda oluşturulan üçlü mekanizma vasıtasıyla Türkiye ile çalışmak istediklerini ortaya koymuştur. Washington’daki üçlü mekanizma görüşmeleri neticesinde ise Türkiye’yi Rusya’ya daha fazla kaptırmamak için ABD, Münbiç’te ortak devriye yapacak şekilde Ankara yönetimiyle birlikte çalışabileceklerini belirtmiştir.
Türk-Amerikan İlişkilerinde Stratejik Kopuştan Yakınlaşmaya
Dolayısıyla Türkiye, her ne kadar ABD ve Rusya tarafından eksen seçmeye zorlansa da artık 1950’li yıllardaki ülke değil. II. Dünya Savaşı sonrası süreçte toprak ve boğazlardan üs talebi nedeniyle Sovyetlerden tehdit algılayan Türkiye, 1952 yılında NATO’ya katılarak Soğuk Savaş döneminde ABD ve Batı bloğunda yer almış ve böylece stratejik bir tercih yapmıştı. Başka bir ifadeyle Türkiye, güvenliğini sağlamak adına Sovyetler karşısında ABD ittifakına mecbur kalmış ve NATO’ya katılmak istemişti. Ancak bugün büyük güçler, Türkiye’yi kendi tarafına çekmek adına aralarında rekabete girişmişlerdir. Bununla birlikte Türkiye’nin füze savunma sistemi alma politikasına yönelmesinde ABD ve NATO ile 2000’li yıllarda yaşadığı stratejik kopuş etkilidir. Çünkü Türkiye artık Suriye Krizi örneğinden aldığı dersle ABD ve NATO’nun gerektiğinde kendisini korumayacağını anlamış ve kendi güvenliğini kendisinin sağlaması gerektiği yönünde stratejik bir tercih ortaya koymuştur.
Türkiye’nin ABD ve Batı ile oluşturduğu ittifak bağlamında zaman zaman sorunlar ortaya çıksa da 2000’li yıllara kadar bu sorunlar stratejik kopuş noktasına varmamıştı. Oysa günümüzde Türkiye, bir yandan NATO içerisinde sorgulanmaya başlanmış öte yandan ABD ve Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilerde stratejik kopuş derecesinde derin ayrışmalar yaşamıştı. Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler özellikle 2011 yılı sonrasında kopma noktasına gelmiş ve hatta AB içinde Türkiye-Erdoğan düşmanlığı üzerine siyaset üretimi yapılmıştı. Öyle ki AB içindeki yerel seçim kampanyaları Türkiye aleyhtarlığı üzerinden yürütülmüştür. Diğer taraftan ABD ise Suriye Krizi’nde 2013 yılından itibaren müttefiki Türkiye’yi yalnız bırakmanın ötesinde bir de Türkiye’nin terör örgütü olarak görerek; mücadele ettiği Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) uzantısı PYD/YPG terör örgütünü müttefik olarak tercih etmesi iki ülke arasındaki ilişkilerde stratejik bir kopma yaşanmasına neden olmuştu.
Türkiye’nin Jeopolitik Konumu Ekseninde Formüle Edilen Çok Boyutlu Denge Politikası
“Peki Türkiye bu durumda ne yapacak?” sorusu bağlamında kısa bir gelecek senaryosu düşünüldüğünde; cevabı ülkenin jeopolitik konumu vermektedir. Jeopolitik, jeo-ekonomik ve jeo-kültürel kimliği-boyutu olan Akdeniz, Karadeniz, Balkan-Avrupa, Kafkasya-Orta Asya ve Ortadoğu-Afrika kimliği ile bulunduğu konum Türkiye’nin çok boyutlu denge politikası izlemesini gerekli kılmaktadır. Türkiye’nin bu çok boyutlu jeopolitik konumu, nasıl bir dış politika izlenmesi gerektiğine dair ip uçları da vermektedir. Buna göre Türkiye’nin kimliği ve coğrafyası; ABD, AB, Çin ve Rusya ile ilişkileri ve bu ülkelerden füze savunma sistemi alımı bağlamında dengeli bir politika izlenmesi gerektiğini empoze etmektedir. Diğer taraftan Türkiye, füze savunma sistemi alımında ve Suriye Krizi’nde ABD ve Rusya arasında eksen seçmeye zorlansa da ülkenin bu seferki durumunda II. Dünya Savaşı sonrası dönemden çok daha farklı dinamikler söz konusu. Öncelikle Türkiye, artık çok daha güçlü bir ülkedir ve uluslararası sistem, kendisi gibi stratejik-bölgesel güçlerin çok daha özerk dış politika izlemesine olanak tanımaktadır. Ayrıca Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde Sovyetlerden tehdit algıladığı için Batı bloğuna girmeyi tercih etmesinin ardında “mecburiyet” yatmaktaydı. Oysa şimdi ABD ve Rusya, Türkiye’yi kaybetmek istemiyor; yanına çekmeye çalışıyor.
Son olarak eksen kayması tartışmalarının sürekli gündeme gelmesinde Türkiye’nin eksen ülke olması etkilidir. Türkiye jeopolitik konumu, çok boyutlu tarihsel ve kültürel kimliği, büyüyen ekonomisi ve çevresindeki bölgesel gelişmeleri etkileyebilen hatta yönlendirebilen oyun bozucu bir ülke olarak büyük güçler nezdinde stratejik eksen ülke özelliğine sahiptir. Rusya ve ABD’nin Türkiye’ye füze savunma sistemi satmak isteyerek; kendi politikaları kapsamında Türkiye’nin eksen bir ülke olduğunu, kazanılması ve hatta kaybedilmemesi gereken “kilit rolü”nü kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Türkiye-ABD ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin şekillenmesinde füze savunma sisteminin belirleyici bir dinamik olarak ön plana çıktığı bir süreç işlemektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin komşularına yönelik politika izleyen büyük güçler, Türkiye’yi yanında tutma hususunu politikalarının başarısı için elzem görmektedir. Aksi halde Ankara yönetiminin oyun bozucu gücü vasıtasıyla büyük güçlerin politikalarını akamete uğratması söz konusu olabilecektir. Örneğin; Trump yönetiminin İran’ı sınırlandırma ve baskılamaya yönelik olarak Suudi Arabistan liderliğinde Sünni blok oluşturma politikası ile Katar Krizi çerçevesinde Türkiye, oyun bozucu rolüyle süper güç ABD’nin politikalarını başarısızlığa uğratmıştır. Ayrıca Suriye’de 2013 yılından itibaren kendisini yalnız bırakan ve terör örgütü PYD ile çalışan ABD’ye karşı Türkiye, Rusya-İran eksenine dahil olarak Washington’ın sürecin dışında kalmasına ve ülkede mevzi kaybetmesine yol açmıştır. Nitekim ABD, Türkiye’nin Rusya ile ittifak yaparak gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Askeri Harekatları kapsamında büyük yatırım yaptığı PYD’nin ezilmesi karşısında Türkiye’yi yanına çekmeye çalışmış ve Moskova’yı Ankara’nın Washington’dan uzaklaşmasına neden olmakla suçlamıştır. Bütün bu gelişmeler, Türkiye’nin büyük güçler açısından eksen ülke nezdindeki önemini açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Ankara, büyük güçler arasında çok boyutlu denge politikasını hem sahada ve diplomasi arenasında hem de savunma sanayi alanında uygulayabilmektedir.
.