14/04/2018 00:00:39 - 15/04/2018 00:00:39 - 31252 Okunma

Mart 2018 tarihindeki Skripal casusluk kriziyle Batı ile Rusya arasındaki  kutuplaşma artmaya başlamıştı. 14 Nisan’da Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere ve Fransa’nın ortaklaşa kimyasal saldırı iddiası nedeniyle Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği füze saldırısı sonrası Batı ile Rusya arasındaki ayrışma derinleşme eğilimine girmişti. Batı’nın hem casusluk krizi hem de Suriye’deki kimyasal saldırı olayında Rusya’ya karşı tekrar birleşmesi, Soğuk Savaş dönemini hatırlatır biçimde ittifak tazeleme olarak nitelendirilebilir. Zaten uzun bir zamandır Batı ile Rusya-Çin arasında Yeni Soğuk Savaş retoriği söz konusuydu.

Soğuk Savaş sonrası Batı, Avrupa Birliği (AB) ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) vasıtasıyla eski Sovyet nüfuz alanına doğru genişlemeye devam etmiş, en son 2004 yılında Doğu Avrupa ülkelerini üyeliğe alıp adeta Rusya’yı çevrelemişti. Buna karşı Rusya ise Soğuk Savaş sonrası tekrar çevrelendiğini düşünerek ilk önce Gürcistan müdahalesiyle karşılık vermişti. Nitekim 2016 yılındaki NATO’nun Varşova zirvesinde Gürcistan’ın üyeliğe alınmasına kapı aralanmıştı, ardından Nisan 2008 tarihindeki Bükreş zirvesinde Gürcistan’ın üyeliğe alınmasının tekrar gündeme gelmesine Rusya’nın yanıtı, Ağustos 2008 tarihinde Güney Osetya sorununa doğrudan müdahale etmek olmuştur. Beş günlük savaş sonucu Rusya, hem Gürcistan’ın NATO’ya katılmasını engellemiş hem de Güney Osetya ve Abhazya’yı Gürcistan’dan koparmıştı. Daha sonra Ukrayna’nın NATO üyeliğine yönelmesine Rusya, 2014’te doğrudan müdahale ile karşılık vermenin ötesinde bu sefer Kırım’ı ilhak ederek Ukrayna’dan koparmıştı. Böylece Rusya, Karadeniz jeopolitiğinde hegemonik güç haline gelmiştir. Son olarak Rusya, Batı’nın 2011 yılında Libya müdahalesine Suriye’de direnişe geçmiştir. Çünkü ABD, Rusya’nın müttefiki Suriye’yi Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütü bahanesiyle herkese bombalatarak yok etmiş ve geriye sadece Esad kalmıştı. Buna karşı Rusya, Suriye krizine Eylül 2015 tarihinde doğrudan askeri müdahalede bulunarak karşılık vermiş ve özellikle Ocak 2017 tarihinde Astana sürecini başlatarak Suriye’de inisiyatifi ele geçirdiği gibi ABD’yi de dışlamıştır. İşte Rusya, Batı’nın Soğuk Savaş sonrası eski Sovyet nüfuz alanına doğru genişlemesine Gürcistan, Ukrayna ve Suriye’de direnerek karşılık vermişti.

Batı ise Rusya’nın bu müdahalelerine hem bir yandan göz yummuş ama öte taraftan Soğuk Savaş sonrası Batı ittifakı da kendi içinde ayrışmaya başladığı için Rusya’ya karşı ortak bir karşılık verecek birlik sağlayamamıştı. Ancak Mart 2018 tarihindeki casusluk krizinde 26 Batı ülkesinin Rusya’nın diplomatlarını persona non grata (istenmeyen kişi) ilan etmesi sürecinde Batı ittifakının tekrar canlanmaya başladığı gözlemlenmişti. Ardından Duma kentindeki kimyasal saldırıya karşı ABD, İngiltere ve Fransa öncülüğünde 14 Nisan 2018 tarihinde Suriye’ye füze saldırısı yapılarak Batı’nın Rusya’ya karşı ittifakını güçlendirme eğilimine girdiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda bu saldırı, Rusya ama onun arkasında düşük profil izleyen Çin’e karşı Batı ittifakını güçlendirme politikasının bir çıktısı olarak değerlendirilebilir. Bundan sonra ise ABD, İngiltere ve Fransa öncülüğünde Batı’nın atağa geçerek 2008 yılından itibaren ilerleyen Rusya’nın durdurulması ve geri çekilmeye zorlanacağı bir sürecin başladığı öngörülebilir. Zaten Rusya da gücünün sınırlarına ulaştığı için bundan sonra kazanımlarını koruma politikasına yönelecektir.

Diğer taraftan bundan sonra Batı ile Rusya arasındaki kutuplaşmada gerilim artma eğilimine girerken Türkiye’nin yerinin tartışma konusu olacağı ileri sürülebilir. Özellikle Suriye özelinde Batı ile Rusya ayrışmasının artmasına bağlı olarak Türkiye’nin taraf seçmeye zorlanacağı bir sürecin başlayacağı düşünülebilir. Çünkü Suriye’de tarafların dengeyi kendi lehlerine çevirmek için Türkiye’nin kendi saflarına katılmasını isteyeceği öngörülmektedir. Türkiye, Ağustos 2016 yılında Fırat Kalkanı ve Ocak 2018 yılında gerçekleştirdiği Zeytin Dalı askeri harekatlarıyla Suriye’de kilit ülke haline gelmiştir. Ancak Türkiye’nin Suriye’deki bu jeopolitik kazanımları, Rusya ile işbirliğine girmesiyle mümkün olmuştu. Özellikle Türkiye, ABD’nin kendisini yalnız bırakması ve bunun da ötesinde Suriye PKK’sı olan PYD/YPG (Demokratik Birlik Partisi) ile ortak hareket etmesine karşı Astana süreciyle Rusya-İran eksenine katılmıştır. Böylece Suriye’de inisiyatif, ABD’den Rusya’ya geçmişti. Rusya, Suriye’de hem 2015 yılında doğrudan askeri olarak müdahale ederek ve aynı zamanda konuşlanarak hem de Ocak 2017 tarihinde başlattığı Astana süreciyle inisiyatifi ele geçirmişti. Şimdi ise ABD’nin Fransa’yı da yanına alarak Suriye denkleminde tekrar inisiyatifi alma politikasına yöneldiği anlaşılmaktadır. Ancak Suriye’de ABD’nin Fransa ile Rusya karşısında dengeleri değiştiremeyeceği için Türkiye’ye olan ihtiyacının arttığı bir sürece girildiği söylenebilir. Bu da Türkiye üzerinde baskının artacağı bir sürece işaret etmektedir. Bu nedenle ABD’nin Suriye’de Türkiye’yi yanına çekmeye çalışacağı söylenebilir. Bu durumda Türkiye’nin Suriye’de denge değiştirici rolünün önem kazanacağı bir sürecin başlayacağı iddia edilebilir.

Türkiye her ne kadar Astana süreciyle Rusya-İran eksenine katılsa da Esad konusunda hiçbir zaman bu ülkelerle aynı noktaya gelmemişti. Dolayısıyla Türkiye, Esad konusunda ABD ile işbirliğine hep açık kapı bırakmıştı. Bu nedenle Esad konusunda Türkiye’nin çıkarları Rusya ile çatışırken ABD ile örtüşmektedir. Türkiye, Rusya ile geliştirdiği işbirliği sayesinde Suriye’nin kuzeyinde jeopolitik kazanımlar elde etmiş hatta gerçekleştirdiği başarılı askeri harekatlar ile kilit aktör konumuna yükselmişti. Şimdi ise Türkiye’nin hem Rusya ile sağladığı işbirliğini devam ettirme ama aynı zamanda ABD ile de işbirliği gerçekleştirme aşamasına geçilecek bir süreç başlayacaktır. ABD’nin Türkiye’yi yanına çekme politikasına yönelirken Rusya’nın da işbirliği sayesinde Suriye’nin kuzeyindeki kazanımlarını öne sürerek Türkiye’yi yanında tutma politikası izleyeceği düşünülebilir. Çünkü Türkiye’nin denge değiştirici özelliği nedeniyle taraflardan birine geçmesi, o tarafın ağırlık kazanmasına yol açacaktır.

Bununla birlikte Türkiye’nin taraflardan birine geçmesi kazanımlarını kaybetme riskini de taşımaktadır. Nitekim Türkiye’nin Şubat 2018 tarihinde ABD ile yakınlaşma sürecine girmesine karşılık Rusya’nın Esad milislerinin Afrin’e girmesine müsaade ederek ayar verdiğini hatırlarsak Türkiye’nin taraflardan birine yönelmesinin riskli sonuçlarıyla karşılaşacağı çok açıktır. Öte taraftan Esad konusunda ortak çıkarlar söz konusu olsa da ABD’nin Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü PYD ile ortak hareket etmesi, Suriye’de Türkiye-ABD ittifakını engelleyen en önemli etken olarak varlığını muhafaza etmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD ile Rusya arasında taraf seçme değil, çıkar alanlarına göre işbirliği politikasını yürütmeye çalışmasının daha mümkün olacağı anlaşılmaktadır. Buna göre Türkiye’nin Esad konusunda ABD ile ortak hareket ederken Suriye’nin kuzeyinde Rusya ile işbirliğine devam etme yönünde çok boyutlu denge politikası izleyebilmesinin en optimal dış politika stratejisi olarak öne çıktığı ileri sürülebilir. Zira Türkiye, bir yandan Rusya ile S-400 füze savunma sistemi ve nükleer santral antlaşmalarıyla ilişkileri stratejik işbirliğine taşırken öte taraftan NATO üyeliği nedeniyle Batı ittifakının bir parçası olmaya da devam etmektedir.

 

https://ankasam.org/rusya-bati-kutuplasmasi-derinlesirken-dengeleri-degistirici-aktor-olarak-turkiye/

.

Facebook Twitter Google Plus
Bilgi Yönetim Sistemi
Erasmus Koordinatörlüğü
Bologna Eşgüdüm Koordinatörlüğü
Elektronik Belge Yönetim Sistemi
Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı
Performans Analiz Sistemi
Öğrenci E-posta Girişi
Personel E-posta Girişi
Trakya Üniversiteiler Birliği
Kalite Geliştirme Koordinatörlüğü
KLU Mezunlar Portalı
Öğrenci Bilgi Sistemi