Küresel siyasette 1945-1990 yılları arasında ABD ile SSCB arasındaki Soğuk Savaş dönemi biterken Azerbaycan ile Ermenistan arasında yeni bir Soğuk Savaş başlamıştır. Sovyetlerin dağılma sürecinde güç ve otorite boşluğunu fırsat bilen Ermenilerin 1991 yılı sonunda Dağlık Karabağ’da bağımsızlık ilan etmeleri, Azerbaycan ile Ermenistan arasında üç yıllık Karabağ savaşını başlatmıştı. Ardından 1994’te ateşkes antlaşması yapılmasından günümüze kadar devam eden 20 yılı aşkın dönemde iki ülke arasında bir Soğuk Savaş durumu ortaya çıkmıştı. Ancak iki ülke silahlı kuvvetleri arasında Dağlık Karabağ cephe hattında zaman zaman sıcak çatışmalar da yaşanmaya devam etmiştir. En son 1 Nisan 2016 tarihinde Karabağ cephesinde bugüne kadarki en ciddi çatışmaların yaşanması, iki ülke arasında devam eden Soğuk Savaşın artık sıcak çatışmaya döndüğü kaygılarına yol açmıştır. Bunun da ötesinde bu çatışmalar, Soğuk Savaş sonrası dondurucuya atılan Kafkasya’daki sorunların artık çözülmeye başlayarak bölgenin güvenlik ve istikrarını tehdit edici boyuta ulaştığı izlenimini yansıtmaktadır.
Kafkasya’da 2008 yılındaki Rus-Gürcü çatışmasında sonra bu kez de Azerbaycan-Ermenistan arasındaki cephe çatışmalarının iki ülke arasındaki gerilimi tırmandırması, bölgesel güvenlik ve istikrarın tekrar tehlikeli bir sürece girdiğine işaret etmektedir. Zaten Ortadoğu bölgesinde 2010 yılından beri çatışmalı bir süreç devam ederken buna bir de Kafkasya bölgesinin dahil edilmesi, dünya gündemindeki üçüncü dünya savaşı tartışmalarını doğrular nitelikedir. Zira Azerbaycan-Ermenistan arasındaki gerilim ve çatışmalar, sadece iki ülkeyle sınırlı olmayıp başta Rusya olmak üzere İran ve Türkiye’yi de içine alacak şekilde genişleme riski taşımaktadır. İşte Ortadoğu ve Kafkasya gibi çatışma bölgelerinin ortasında yer alan Türkiye açısından gelişen olaylar durumu daha da kritik hale getirmektedir. Türkiye, jeopolitik konumu ve tarihsel ilişkileri nedeniyle Ortadoğu çatışmalarında olduğu gibi Kafkasya’daki çatışmalardan da kendini izole etmesi mümkün değildir. Bu nednele Türkiye’nin Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan son çatışmalarda kınamanın ötesinde bir diiplomasi izlemesi gerekmektedir.
Türkiye, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki krizi fırsata çevirmek amacıyla 2010 öncesi aktif diplomasiye geçerek iki ülke arasında arabulucu diplomasiyi devreye sokmalıdır. Türkiye, dış politikada 2009 yılında Ermenistan ile başlattığı normalleşme ilişkilerini bu sefer üçlü bir mekanizmayla Azerbaycan ile Ermenistan arasında kamu diplomasisi temelinde yeniden inşa edebilecek bir konjonktürel durumla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu şekilde Türkiye 2010 öncesi aktif diplomasi ve arabulucu diplomasi izleyen bir yumuşak güç imajına tekrar sahip olabilir. Bunun için Türkiye, AGİT Minsk Grubu başta olmak üzere uluslararası mekanizmları harekete geçirecek bir ritmik diplomasi uygulamalıdır. Zira Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorununa barışçıl bir çözüm bulmak amacıyla ABD, Rusya ve Fransa’nın Eş Başkanı olduğu ve Türkiye’nin de yer aldığı AGİT Minsk Grubu, 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından kurulmuştur. Türkiye, özellikle AGİT Minsk Grubu eş Başkanı olan Fransa’yı yanına alarak Azerbaycan-Ermenistan arasındaki çatışmalarda arabulucu diplomasi izleyebilir. Ayrıca AGİT Minsk grubunda liderlerin kamuoylarının beklentilerini karşılayamaması nedeniyle yürütülen müzakerelerin sonuç vermemesi sorununu aşmak için Türkiye, kuracağı üçlü mekanizmayla iki ülke kamuoylarının endişelerini giderecek kamu diplomasisi stratejisi geliştirmelidir.
Diğer taraftan Dağlık Karabağ sorununda Ermenistan’ın barışçıl çözüme zorlanması için uluslararası hukuk temelinde küresel bir kamu diplomasisi stratejisi izlenmelidir. Zaten uluslararası hukuk ve uluslararası kararlar açısından Dağlık Karabağ, Ermenistan’ın fiili işgali altında bulunan bir bölge olarak kayda geçmiştir. İşte bu hukuki durumu Türkiye’nin kamu diplomasisi ile uluslararası kamuoyu tarafından da bilinir hale getirmesi, Ermenistan’ı uluslararası toplum nazarında uluslararası hukuka uymaya zorlayacaktır. Ayrıca Türkiye, Türk ve İslam Dünyası içinde ortak refleks ve tutum verebilecek bölgesel mekanizmaları harekte geçirmelidir. Böylece tek taraflı ülkelerin Azerbaycan’ın yanında olduğu açıklamaları yerine uluslararası örgütler aracılığıyla destek mesajlarının verilmesinin Ermenistan’ı barışçıl çözüme çekeceği kuvvetle muhtemeldir. Son tahlilde Rusya’nın desteğiyle Ermenistan’ın bütün uluslararası kararları ve uluslararası hukuku yok sayarak Dağlık Karabağ’daki fiili işgalini devam ettirmesi çok daha zor bir hale gelecektir.
.