Buna karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan ise görüşmede, Türk-Amerikan ilişkilerinin stratejik ortaklık düzeyini vurgulamış ve BM, NATO, G-20 gibi platformlarda yakın işbirliğine gönderme yaparak, müttefikliğin iki ülke ilişkilerinin ötesinde uluslararası kurumsal mekanizmalarla da bağlı olduğuna dikkat çekmiştir. Yine görüşmede Başkan Trump’ın Türkiye’nin en kritik gündemi olan YPG’den hiç bahsetmemesine karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle vurgulaması, iki liderin farklı bakış açılarını ortaya çıkarmıştır. Bunun da ötesinde iki lider arasında ikili ilişkileri tanımlamada bile artık bir “yaklaşım farklılığı” göze çarpmaktadır. Bu bağlamda 16 Mayıs Trump-Erdoğan görüşmesinin iki ülke ilişkilerinin temel niteliğinin değiştiğini anlamada bir milat olduğu ileri sürülebilir. Ancak Türk karar alıcıların ilişkilerin temel niteliğinin değiştiğini anlaması ve kabul etmesinin çok kolay olmayacağı da aşikârdır. Zira görüşmelerde Türk heyetinin ikili ilişkilerde ısrarlı bir çerçeve arayışı içerisinde olduğu açıkça gözükmektedir. Çünkü Türkiye, tarihsel olarak dış politikasını özellikle 1990’lı yıllarda Balkanlar, Kafkasya-Orta Asya ve 2000’li yıllarda Ortadoğu politikasını ABD ilişkileri üzerinden kuragelmiştir. Bu anlamda ABD dış politikası Türk dış politikasının temel dinamiği olmayı, Soğuk Savaş sonrası dönemde de sürdürmeye devam ettirmiştir.
Yeni dönemde iki ülke ilişkilerinin ancak “ad-hoc ittifak sistemi” çerçevesinde ilerleyeceği düşünülebilir. Bundan sonra Türk-Amerikan ilişkilerinde daha esnek olan amaca, duruma ve işbirliği alanlarına göre geçici konjonktürel ittifak sisteminin söz konusu olacağı öngörülebilir. Buna göre bir yandan Suriye Krizi’nde Türkiye ile ABD’nin YPG üzerinden çıkar çatışmaları devam ederken, öte yandan İran ve Irak gibi işbirliği alanlarında ad-hoc ittifak ilişkilerinin kurulmasının gündeme geleceği kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Türk-Amerikan ilişkilerini çıkar çatışmaları ile işbirliği alanlarında yapılacak geçici ittifaklar arasındaki dengenin belirleyeceği ileri sürülebilir. Bununla birlikte Türk-Amerikan ilişkilerinin bu yeni niteliğinin Türkiye’nin daha esnek davranmasını sağlayarak, çok boyutlu dış politika izlemesini de kolaylaştıracağı öngörülebilir.
Zira artık ABD, Türkiye’nin NATO haricinde Rusya ve Çin ile yakınlaşmasına eskisi gibi ses çıkarmamaya başlamıştır. Nitekim Türkiye, 2013 yılında Çin’den füze savunma sistemi almaya çalıştığında ABD ve NATO’nun tepkisini çekmiş; hatta Türkiye’nin üyeliği sorgulanmaya bile başlanmış; nihayetinde 2015 tarihinde Türkiye ihaleyi iptal etmek zorunda kalmıştır. Oysa şimdi Türkiye, Rusya’dan S-400 füze savunma sistemini almak istemesine ABD’nin ses çıkarmadığı açıkça görülmektedir. Ayrıca Suriye Krizi bağlamında gerçekleştirilen ABD’nin dışarıda bırakıldığı Astana Süreci’nde Türkiye’nin Rusya ile birlikte hareket etmesi de ikili ilişkilerde sorun çıkarmamıştır. Dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkilerinin temel niteliğinin değişmesiyle artık ilişkilerde duruma ve işbirliği alanlarına göre yeni modalitelerin belirleneceği bir sürece girildiği söylenebilir. Buna göre Türk-Amerikan ilişkilerinde; PKK konusunda istihbarat paylaşımı, DAEŞ konusunda terörle mücadelede ve silah satışı alanlarında işbirliği gibi, konuya ve işbirliği alanlarına göre biçimlenecek ilişki tarzının hakim olacağı yeni dönem başlamaktadır.
Sonuç olarak Türkiye-ABD ilişkilerinde görülen bir kriz durumu değil, ilişkilerin niteliğindeki değişim/dönüşüm sancılarıdır. Bu bağlamda ABD’nin Suriye politikasında NATO müttefiki Türkiye yerine yerel güç YPG ile ittifak kurması ve Rakka Operasyonu’nu Türkiye yerine YPG ile yapma politikası, iki ülke ittifak ilişkilerindeki kırılmayı açığa çıkarmıştır. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye seslenerek, “Senin müttefikin ben miyim yoksa YPG mi?” şeklindeki tepkisinden hareketle, Türk karar vericilerin ilişkilerdeki dönüşümü henüz kavrayamadığı ya da anlamak istemediği söylenebilir. Ancak Trump-Erdoğan görüşmesinden sonra Türk karar vericilerin yeni döneme göre Türk dış politikasını yeniden formüle etmek zorunda kalacakları söylenebilir. Zira Türkiye’nin başta Ortadoğu olmak üzere Suriye politikası, hala Türkiye-ABD ekseni üzerinden şekillenmektedir.