9Ocak 2018 tarihinde ABD öncülüğündeki DEAŞ karşıtı koalisyon sözcüsü Albay Dillon’un Suriye’de YPG/PYD’den oluşacak 30 bin kişilik sınır gücü kuracaklarını açıklaması ile Türkiye ile ABD arasında tekrar Suriye odaklı yeni bir kriz ortaya çıktı. Türkiye, bu açıklama üzerine hemen harekete geçerek ilk önce 10 Ocak’ta ABD maslahatgüzarını Dışişlerine çağırarak rahatsızlığını iletmenin ötesinde bu krize karşı zorlayıcı diplomasi stratejisini izlemeye başlamıştır. Dış politikadaki krizlere karşı kuvvet kullanma tehdidine dayanan zorlayıcı diplomasi, ulusal çıkarların ve ülke güvenliğinin tehdit edildiği durumlarda tehdidi ortaya çıkaranların seçim yapmak zorunda bırakılması ve tehdidin ortadan kaldırılmasına yönelik kuvvet kullanma seçeneğinin gündeme getirilmesini içermektedir. Zorlayıcı diplomasi ile zorlama ve baskı stratejisinin kullanılarak tehdidi ortaya çıkaranlara geri adım attırmak hedeflenir. Böylece maliyeti yüksek askeri çözüm ve araçlar yerine zorlayıcı diplomasi ile diplomatik araçların zorlama stratejisi ile yürütülmesi söz konusu olmaktadır. Bu anlamda zorlayıcı diplomasi, askeri strateji olmaktan çok askeri tehdidi ortadan kaldırmaya yönelik diplomatik bir stratejidir.
Zorlayıcı Diplomasi
Türkiye de bu krize karşı zorlayıcı diplomasi izleyerek ABD’ye geri adım attırmak için Afrin operasyonunu gündeme getirmiş ve sınıra askeri sevkiyata başlamıştır. Ardından Türkiye’nin izlediği zorlayıcı diplomasi meyvelerini hemen vermeye başlamış, zira Türkiye’nin zorlayıcı diplomasi hamlesine karşı ABD’den ardı ardına açıklamalar gelmeye başlamıştır. İlk önce 30 bin kişilik ordu kuracaklarını açıklayan koalisyon sözcüsü Dillon, Afrin operasyon alanımız değil açıklaması yaparak geri adım atmak zorunda kalmıştır. Nitekim diğer Pentagon Sözcüsü Eric Pahon ise Anadolu ajansı muhabirinin sorusuna bölgedeki PYD gücünün ‘İstikrar sağlama gücüne’ veya ‘Alan kontrol gücüne’ dönüştürmeye yönelik eğitimden geçirildiğini, bu noktada Türkiye’nin kaygılarını anladıklarını ve NATO müttefikimiz Türkiye ile düzenli yakın iletişimimiz var” açıklamasını yapmak zorunda kalmıştır. Daha sonra NATO yetkilisi de NATO’nun Türkiye’nin güvenliğine önem verdiğini, bu çerçevede giderek zorlaşan güvenlik ortamında Türkiye’nin güvenliğine katkı sağlamaya devam edeceği açıklamasını yapmıştır. Ardından çelişkili biçimde ABD Dışişleri Sözcüsü Nauert, Türkiye’yi böyle bir adım atmamaya çağırıyoruz açıklamasını yapmıştır. Ancak ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ise “Suriye sınırında güvenlik gücü yaratmıyoruz” açıklamasını yapmak zorunda kalmıştır. Ayrıca yine Pentagon sözcülerinden Binbaşı Adrian Rankine Galloway ise Afrin’de bulunan PYD unsurlarına ilişkin, “Onları DEAŞ mücadele operasyonlarımızın parçası olarak kabul etmiyoruz, Onları desteklemiyoruz ve onlarla hiçbir işimiz yok.” ifadelerini kullanmıştır.
Öncelikle ABD tarafından gelen bu çelişkili açıklamaların en önemli sebebi, ABD yönetimindeki kurumlar arası koordinasyonsuzluğun bir ürünü olduğu gibi aynı zamanda Trump sonrası Amerikan dış politikasında Pentagon-Dışişleri kurumları arasındaki ikililik durumunun bir yansımasıdır. Çünkü Trump yönetiminde Dışişleri Bakanlığından kıdemli diplomatların istifası nedeniyle bakanlığın zayıflayarak dış politikada kontrolü Pentagon’un ele geçirmesi nedeniyle ABD yönetiminden çelişkili açıklamalar gelmektedir. Bu bağlamda Trump yönetiminde Amerikan dış politikasının ağırlıklı olarak Pentagon tarafından yönetildiği ileri sürülebilir. Diğer taraftan ABD tarafından geri adım olarak değerlendirilebilecek bu açıklamalar, Türkiye’nin izlediği zorlayıcı diplomasisinin çıktıları olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda Türkiye’nin krizin başlangıcında izlediği zorlayıcı diplomasi stratejisinin başarılı olduğu, ancak bu noktadan sonra Türkiye’nin başarılı zorlayıcı diplomasisini askeri stratejiyi yürütürken kamu diplomasisi ile destekleyeceği ikinci aşamaya geçmesi gerekiyor.
Kamu Diplomasisi
Kamu diplomasisi aşamasında Türkiye, öncelikle argümanlarını ve tezlerini dünyaya çok iyi anlatması gerekmektedir. Zira 21. yüzyılda küresel siyasetin önemli bir boyutunun fikirsel mücadeleye dönüşmesine paralel olarak kamu diplomasisi stratejisi ön plana çıkmaya başlamıştır. Devletler artık politikalarını başarıyla uygulayabilmek ve dış politikalarına meşruiyet sağlayabilmek için kamuoylarının desteğine mecbur kaldıkları bir küresel siyaset ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda kamu diplomasisi, dar anlamda kısaca kamuoyu diplomasisi olarak da nitelendirilebilir. Çünkü günümüz küresel siyasetinde uluslararası toplum ve uluslararası kamuoyunun desteği, devletlerin imaj, prestij ve politikalarının başarısını etkileyecek duruma gelmiştir. Bu nedenle devletler, izleyecekleri dış politika konularında kamuoylarını etkileme ve ikna etmek için yeni diplomasi yöntemi ve sanatı olarak kamu diplomasisi stratejisini geliştirmişlerdir.
Kamu diplomasisi yöntemiyle devletler, izleyecekleri politikalara uygun zemin hazırlama, politikalarının pazarlanması ve kamuoyu desteği kazanacak şekilde lanse edilmesi stratejisini yürütmektedirler. Diğer taraftan devletler, kriz yönetimi politikası olarak da kamu diplomasisi stratejisini uygulamaktadırlar. Bu noktada Türkiye’nin Afrin operasyonu krizinde kamu diplomasisi politikasını uygulayarak uluslararası kamuoyu ve uluslararası toplumun desteğini alarak askeri stratejisinin meşruiyetini devam ettirebilir.
Bu çerçevede öncelikle Türkiye, politikaları anlatma politikası olan kamu diplomasisi yöntemiyle askeri operasyon yapmasına neden olan tehdidi hem kendi kamuoyuna hem de uluslararası topluma sarih bir şekilde anlatması gerekiyor. Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG yapılanmasının Türkiye’ye hatta Suriye’ye neden tehdit oluşturduğunu uluslararası toplumun desteğini sağlayacak söylemler ve uluslararası hukuk çerçevesindeki kavramlar üzerinden anlatması gerekmektedir. Bunun için öncelikle Türkiye’nin PYD/YPG unsurunu ABD’nin nasıl DEAŞ terör örgütüyle savaşan güzellemesini yaptığı ve bu şekilde onu nasıl meşrulaştırdığının maskesini çıkarması gerekmektedir. Ardından PYD/YPG’nin bir terör örgütü olduğu söylemine paralel olarak Suriye devletinin bölünmesi ve toprak bütünlüğüne aykırı biçimde nasıl de factokantonlar şeklinde devletleştirildiği tezinin uluslararası kamuoyuna anlatılması stratejisi takip edilebilir. Bu aşamada PYD/YPG’nin sadece Türkiye’ye bir tehdit değil aynı zamanda Suriye’nin toprak bütünlüğüne de bir tehdit olduğu argümanı savunulmalıdır. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG’den oluşacak bir ordunun kurulmasının Suriye’nin bölünmesi olduğu söylemi geliştirilmelidir.
Ayrıca Türkiye’nin olası Afrin operasyonunu uluslararası hukuktan doğan hakları çerçevesinde sınırları ve sınırdaki vatandaşlarının güvenliğini hatta NATO sınırlarının güvenliğini sağlamak için savunmaya yönelik tehdidi bertaraf etme harekatı olarak planlandığını dünyaya anlatması gerekmektedir. Başka bir deyişle Afrin operasyonunun saldırı değil savunmaya yönelik hareket olarak söyleme dönüştürülmesi uluslararası kamuoyu desteğini sağlamaya yönelik olacaktır. Özellikle uluslararası medyada Türkiye’nin Afrin operasyonun amaç ve nedenlerini uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler (BM) sistemine uygun kavram ve söylemler üzerinden anlatması hem politikasına meşruiyet sağlayacağı gibi aynı zamanda uluslararası toplumun da desteğini sağlayacağı kuvvetle muhtemeldir. Bunun için Türkiye’nin Afrin operasyonunu terör koridoru, terör devleti ve terör ordusunu engelleme söylemi üzerine inşa etmesi yerinde olacaktır. Bu bağlamda Türkiye’nin Afrin operasyonu terörle mücadele konsepti açısından çerçevelenmiş olacaktır. Kamu diplomasisinde konu ve politikaların kamuoyu desteğini sağlamaya yönelik çerçevelenmesi yönteminin bu şekilde kullanılması ile Türkiye’nin hem PYD/YPG terör örgütünü hem de Afrin operasyonunu kendi çıkarları çerçevesinde anlamlandırmış olmaktadır. Ancak bu söylem ve tezlerin geliştirilmesi kamu diplomasisinde sadece devletin gerçekleştirebileceği bir politika değildir. Devletin yanında özellikle küresel medya, STK’lar, kanaat önderleri, akademisyenler, düşünce kuruluşları ve iş kuruluşları gibi devlet-dışı aktörlerin de kamu diplomasisi stratejisine eklemlenmesi gerekmektedir. Örneğin bu krizde TRTWORLD ve Anadolu Ajansı gibi medya aktörleri yukarıda ifade edilen söylem ve kavramların geliştirilmesinde ve kamuoyunda gündeme getirilmesinde kritik role sahiptirler. Özellikle bu aktörler medya ortamında bilgi işleme, bilgi üretme ve haber yönetimi ile Türkiye’nin tezlerinin infografiklerle görsel biçimde çeşitli yabancı dilde kamuoyunda gündeme getirilerek uluslararası toplumun desteğinin kazanılması yöntemi uygulanabilir. Nitekim daha önce Fırat kalkanı harekatında olduğu gibi hem bilgi notu ve infografik yöntemi hem de operasyona özel twitter hesabının açılarak anlık bilgilendirme stratejisinin izlenmesi uluslararası kamuoyu desteği için elzemdir.
https://ankasam.org/afrin-operasyonunda-zorlayici-diplomasiden-kamu-diplomasisine/
.